Fotoğraf Üzerine

Yayın Tarihi: 27.08.2020

Fotoğrafın tam olarak ne olduğu ve ne olmadığı ile ilgili net ayrımı kendimce yapma gereği duyduğumu düşünüyorum zira son zamanlarda bununla ilgili çok şey gördüm, duydum ve okudum. Bir kaç kelam etmek isterim.

Fotoğraf benim için bir anı saklama kutusuydu. Geri dönülmez anları ölümsüzleştirmek için bir araçtı. Sonradan sanat tarafını keşfettim ve onun üzerine devam ettim. Zamanında fotokritik ya da deviantart gibi sitelerin gediklisi olmuş, paylaşımlara ve yorumlara kafayı takmış biriydim. Sonradan fark ettim ki benim gözüme hoş görünen karelerin çoğu genel internet kullanıcısı tarafından beğenilmiyordu. Belirli kurallara uymadığı (altın oran, baş boşluğu vs. gibi), flu ya da grenli olduğu gerekçesi ile olumsuz yorumlar alıyordu.

Bir süre durup geri çekildim ve fotoğraf tekniğimi geliştimek için kitaplara, dergilere sardım. Ustalar ile fikir alış verişinde bulundum, fotoğraflarını inceledim. Gördüğüm ve okuduğum çoğu yorum fotoğrafın tekniğinden bahsediyordu yine ancak içimden bir ses bunun da ötesinde bir şeyler olduğunu fısıldıyordu. Bir sır, paylaşılmayan gizli bir reçete gibi.

Ardından Instagram girdi hayatımıza. Bu platformu sanatsal fotoğraf çalışmalarıma ayırdım öncelikle. Paylaştığım ya da beğendiğim fotoğraflarda hep bu kritere özen gösterdim ancak orada da fazla devam edemedim. Zira ailevi ya da arkadaş çevresinin, fotoğraftaki beğeni ve yorumlara ne derece etki ettiğini gördüm, hissettim. Genel fotoğraf kriterlerimi tekrar elden geçirmem gerekti.

Derken, geçtiğimiz günlerde aşağıdaki videoya denk geldim. Koray abimizi severim, çalışmaları olsun, Youtube üzerindeki paylaşımları olsun takdire şayan işler yapıyor. Benim bunca yıldır içimi yiyen ve genel toplum baskısı nazarında pek dışa vuramadığım fotoğraf üzerine düşüncelerimi mükemmel bir şekilde videoya aktarmış ve paylaşmış.

Kendisinin bahsettiği fotoğrafçıları pek bilmem ama Steve McCurry gibi dünya çapında tanınmış fotoğrafçıların grenli, hikaye odaklı ve normlara uymayan fotoğraflarını neden sevdiğimi daha iyi anlamış oldum; çünkü o fotoğraflarda bir "his" vardı. Bir dokusu, bir duygusu vardı o fotoğrafların. Ve ben o yüzden seviyordum fotoğraf çekmeyi. Tek kareye hayat veren her şeyi seviyordum.

Çok sevdiğim kısa filmci arkadaşım İbrahim'in bir sözünü aktararak yazıyı noktalayım. Bilenler bilir, 20'ye yakın amatör kısa film çalışmam oldu. Çoğunu anlamsız buldular, eksik gördüler vs. Çoğu gelen tepki ve yorumlar haklı olabilir ancak İbrahim'in bir sözünü hiç unutmuyorum, kendisi aşağıdaki kısa filmimi yıllar sonra tekrar izlemiş ve şöyle demişti;  "Abi filmini ilk izlediğimde kamera açılarına, renk ve ışık gibi tonla teknik ayrıntılarına bakmış ve öyle değerlendirmiştim. Ama geçen gün tekrar izledim ve bu defa tamamen bana hissettirdiği duygularla izledim. Ve karşımda bambaşka bir film buldum. Çok etkilendim." Sanırım insan yaşlandıkça kalp gözüyle görmeye başlıyor herşeyi.

Ufak bir not: Bir de Luminar diye bir program çıkmış, Instagram'da ayılıp bayıldığımız çoğu fotoğrafın sahibi tarafından kullanılan bir fotoğraf oluşturma programı. Kütüphanesinde envai çeşit bulut, güneş, gökyüzü, hayvan vs. görüntüsü olan ve çektiğiniz fotoğrafa dilediğiniz arka planı ya da ışık efektini ekleyip bambaşka bir grafik imajı elde ettiğiniz yardımcı bir program. Oyunlar için yazılmış hile programları gibi fotoğraflar için hileli/sanal görüntüler ekliyor. Sonucun kesinlikle bir fotoğraf olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu resim de değil, başka bir şey. Belki grafik çalışması diyebiliriz, dijital resim ya da siz ne derseniz. Ama kesinlikle bu tür programlardan çıkan şeyler birer fotoğraf değildir ve asla olamayacaklardır. Nokta.

Yorumlar